Selamünaleyküm bayanlar ve
baymayanlar. Tek perdelik oyunumuza hoş geldiniz. Bayanlar solda, erkekler
sağda yerlerini alırsa gösterimiz başlayabilir. Hayır, hayır gerici bir yobaz
değilim sadece oyuna dikkatinizi vermenizi istiyorum. Sonuçta emek verdim ben
bu oyuna. Siz benim bu oyunu yazarken neler çektiğimi nereden bileceksiniz?
Hazırsanız başlayalım.
Gregor Samsa, bir sabah
bunaltıcı düşlerinden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş
olarak buldu. Zırh gibi sertleşmiş
sırtının üstünde yatmaktaydı ve başını biraz kaldırdığında bir kubbe gibi
şişmiş, kahverengi, sertleşen kısımların oluşturduğu yay biçimi çizgilerle
parsellere ayrılmış karnını görüyordu…
Ne? Bu daha önce yapıldı mı?
Kafka mı? Arkadaşlar o benden çalmıştır yapmayın Allah aşkına. Ben öyle bir
insan mıyım? Tamam, gitmeyin salondan. Size doğaçlama yapacağım. Biliyorsunuz
en büyük sanatçılar birer doğaçlama üstadıdır.
Talha, bir sabah güzel
düşlerinden uyandığında, kendini yatağında yine aynı şekilde buldu. Bir bacağı
yorganın dışında bir bacağı yorganın içinde olacak şekilde vücut ısısını
ayarlayarak uyuduğunu fark etti. Artık bilinçsiz bir refleks olarak yaptığı bu
yatış pozisyonu ona soğuk kış gecelerinde çok yardım ediyordu. Kafasını saate
doğru rastgele bir biçimde çevirdiğinde okul saatinin geldiğini gördü ve o an
aklından şafak baskınına gidiyormuş gibi düşünceler geçti neyse ki çok uzun sürmedi
bu düşünceler. Kalktı ve elini yüzünü yıkamak amacıyla banyoya gitti, aynaya
baktı. Aynaya sordu var mıydı ondan daha yakışıklı dünyada? Ama ayna cevap
vermedi sonra aniden aklına geldi, o sadece masallarda olurdu.
Ne dersiniz benim içimden bir
Kafka çıkar mı? Soruyu ben sordum ben cevaplıyorum birbirimizi yemeyelim
bizden, en azından benden, Kafka çıkmaz.
Kafka olabilmemiz için çok düşünmemiz gerekiyor, çok dertlenmemiz
gerekiyor ama bizim ne düşünmek için vaktimiz var ne de onun derdini
çekebiliriz. Biliyorsunuz Kafka aynı Stefan Zweig gibi çok karamsar bir insan. Hatta
o kadar karamsarlar ki Stefan reis düşüncelerinden kaçamadığı gibi intiharı
seçmiş. Ne diyelim en azından bize böyle eserler bıraktılar.
Ben onların aksine bu aralar mutluyum
(en azından bu yazıyı yazarken). Nedenini bilmediğim bir huzur kapladı içimi.
Biliyorsunuz normalde twitter’da eğlenceli paylaşımlar yaparım ama bu
paylaşımları yapıyor olmam o an mutlu olduğum anlamına gelmez. Neyse, çok gülen
çok ağlarmış. Yani atalarımız böyle diyor. Peki, sayın okur çok ağlayan çok
güler mi? belki siz bu soruya bir açıklık getiremezsiniz bu yüzden atalarımıza
soruyorum.
Atalarımız her zaman olduğu gibi
yine çok konuşmuş ve bilip bilmeden laflar etmiş. Örneğini az önce verdim. Çok
gülen çok ağlarmış. Hâlbuki arada böyle bir komut yok:
İf mutluluk >= 50
Disp(“ağla”)
end
Ayrıca bu söz insana hep eğer
mutlu olursa bunun bedelini ödeyeceğini hissettiriyor. En ufak sevincimizi
kursağımızda bırakıyor. Aklıma atalarımızın huzur bulamadığı, bunun hıncını da
bizden çıkardığı gibi düşünceler geliyor. Aynı Stephan Hawking’in sürekli dünya
yok olacak demesi gibi. Oturduğu yerden bize kıyametin yaklaştığını söyleyip
keyfimizi kaçırıyor. Kedi uzanamadığı ciğere pis der ya hani onun gibi bir şey.
Ayrıca kedi hakkında çıkarılan bu iftiralara kulak asmamak lazım. Sonuçta kedi
temiz olsaydı o ciğere zaten uzanırdı, bu konuda kuşkumuz yok.
Bu söz aynı zamanda insanın
beyninin bir köşesinde, elinin ayasında, kulağının küpesinde, göğsünün içinde,
kalbinin derinliklerinde hüzün barındırmaya zorluyor. Üzülmeye zorunlu tutulmuş
insanlarız. Biliyorsunuz biz Türkiye’de yaşıyoruz dolayısıyla arabesk kültürü
içimize işlemiş. İçimizde sürekli bir acı çekme hissiyatı, isteği var. Galiba
dünyada olmayan derdinin acısını çeken ve bundan zevk alan tek millet biziz.
Başka bir ülkede Ahmet kaya, Müslüm Gürses, Orhan Gencebay gibi sanatçılar olduğunu
ve bu kadar dinlendiğini zannetmiyorum. Acının peynir ekmek gibi çekildiği bir
ülkedeyiz yani anlayacağınız.
Mesela Dünya’da İsviçre gibi
ülkeler var. Sürekli bir mutluluk içinde olan ve en büyük dertlerinin kalemin
kapağını kalemin tersine takınca kalemin çok uzun olması, takmayınca da sürekli
kaybolması olan insanlar. Tamam, bu dertte önemli ara sıra benim de uykularımı
kaçırıyor ama Allah başka dert vermesin be birader.
Bu demek değildir ki
dertlenmeyelim, üzülmeyelim. Her şeyin fazlası kötü olduğu gibi mutluluğun da
fazlası iyi değildir. İnsan yeri geldiğinde dertlenmesi bilmeli hatta akşam
başını yastığa koyduğunda uykusunu kaçıran bir derdi olmalıdır. Yarın sabah
uyanması sağlayacak bir derdi. Anlatabiliyor muyum? Büyük ihtimal
anlatamıyorumdur. Derin konular bunlar beyler. Girersek kan kulaklarımız falan
kanar. Aniden yukarı çıkarsak kanımızdaki azot (N) gaz hale geçer ve ölürüz.
Yavaş yavaş derine inmeli yavaş yavaş yukarı çıkmalıyız. Bunları da kimya
dersinde öğrenmiştik. Teşekkürler hocam sizin sayenizde derine dalmıyorum.
Bu yazıdan çıkaracağımız sonuç
şudur arkadaşlar: Kendinize başınızı yastığa koyduğunuzda rahat uyumanıza izin
vermeyecek dertler edinin. Mesela bu yazacağınız yazı hakkında olsun, birine
verdiğiniz söz hakkında olsun, hedeflediğiniz bir başarı olsun ya da ümmetin
sıkıntısı olsun. Yeter ki bir derdiniz bir amacınız olsun. Ben bu sabah neden
kalktım demeyin, ben bu sabah bunun için kalktım deyin. Yani açıkçası yapacak
bir şeyi olmayan, lüzumsuz, boş adam olmayın.
2 yorum
Çok farklı bir üslup. Eğlenceli.
teşekkürler
EmoticonEmoticon