Selamünaleyküm. Bugün size Hurşit İlbeyi tarafından yazılmış
olan bir kitabı yorumlayacağım.
Kitap hakkında bilgi vermek gerekirse 2006 yılında İlke
Yayıncılık tarafından basılmış bir roman. 284 sayfa. Ben 5 günde bitirdim yani
günlük 50+ sayfa okumuş oluyorum. Aferin bana. Romanın arka yüzünde kitap
hakkında ufak tefek bilgiler verilmiş ama onları yazmayacağım. Neden yazayım
zaten anlatacağım size. (üşendim)
Roman bize başlangıçta “noluyoruz yaa” hissi verdirtti. İki
farklı yerde iki farklı kişinin hayatını karıştırarak anlatıyor. Bi o bi o.
Tabi sonra ileride bunları birleştirdi ama gereksiz oldu. diğerinin hikayeye
katkısı yok denecek kadar az. Bu kişilerden biri bizim asıl kahramanımız olan
Arthur Rıchmond. Diğerinin ismini unuttum. Hülya olması lazım.
Arthur Rickmond bir üniversitede eğitim görevlisi. Profesör
adam. Araştırdığı bir efsane var ve bunun için 3 yılda 5 ülke gezmiş. Bizim
üniversitedekiler de öğrenciyi nasıl yaz okuluna bırakırım da fazladan para
alırım diye düşünüyor. Sonra ülke neden gelişmiyor. Neyse. Arthur abimiz ülke
ülke gezmiş ama bir türlü efsanedeki “cevher”i bulamamıştır. Bu sefer kesin
buldum diyerek Türkiye’ye gideceğim diyor. Üniversite bu sefer destek vermiyor.
Neden 3 yıldır bütün maddi desteği vermişler eli boş dönmüş adam. Tek gitmesini
istemeyen üniversite değil ailesi de gitme diyor. Ama bu gideceğim diye
tutturunca arabasını satıp gidiyor. Romanda sürekli arabasının Lexus marka
olduğunu belirtmiş. Sponsor galiba.
İsmini Hülya diye hatırladığım diğer karakter ise babasının
yanında yaşayan, bir çocuk ve bir kız kardeş sahibi bir insan. Kocası 3 yıl
önce Almanya’ya iş bulmaya gideceğim deyip gitmiş. Gidiş o gidiş geri gelmemiş
adam. Romanın sonunda geri geliyor merak
etmeyin. Sövmeyin adama başına neler neler gelmiş. Bunu neden söyledim çünkü hikâyeye
hiçbir katkısı yok. Dizilerde ana senaryonun yanında hikâyeyi destekleyen küçük
senaryolar gibi olmuş. Bu desteklemiyor öyle gereksiz bişey.
Arthur, Türk hükümetine “benim bir cevherim var geleyim
bakayım orada unutmuşum galiba” deyip desteğini alıyor. Geldiği zaman onu
bakanlık görevlisi olan Akın Tunç karşılıyor. Cevheri bu arkadaşla arayacaklar.
Birkaç gün Akın abi ile konuşan “acaba bu cevher nerededir la” diyen Arthur
sonunda bir ipucu buluyorlar. Meğerse Akın Tunç daha önce efsanenin geçtiği
yere daha önce gitmiş şimdi aklına gelmiş. Bak bak nasıl zorlama senaryo. Neyse
bu birkaç günlük sürede Arthur, Azra diye bir abla ile ufaktan yürüşüyor ama
önemli değil burası. Gereksiz bölüm. Niye yazdım burayı ben.
Akın Tunç’un daha önce gittiği yere gidiyorlar. Gittikleri
gibi çobanlık yapan bir gence çarpıyorlar. Sonradan bu bir işaretmiş bunu
keşfediyorlar. Roman bitene kadar her aksiliğe işaret diyorlar. Saat kaybolur
işaret ceylan görürler işaret. Ne işaretmiş ya bir bize görünmüyor bunlar.
Gittikleri köyde dağları taşları araştırıyorlar ve
efsanedeki mağara ile içindeki cevheri bulmaya çalışıyorlar. Bu sürede tabiki
hikâye diğer hikâye ile birleşiyor. Çünkü hülya ile aynı köye gidiyorlar. Peki,
bunun bir katkısı var mı? Yok. Mağarayı ararken farklı farklı yerlere
gidiyorlar. Avcıların takıldığı bir çay ocağı var oraya falan gidiyorlar. Her
şeyi anlatırsam kitabı tekrar yazmak zorunda kalırım çok girmiyorum oralara.
Neyse bunlar orada bir hafta civarı kaldıktan sonra bahsi
geçen mağarayı bir ceylan ve bir beyaz kuş ile buluyorlar. Mağaranın girişi
taşlarla kaplı olduğu için yolu açarken bir yılan öldürüyorlar. Mağarada
ilerlerken burada daha önce birilerinin yaşadığını keşfediyorlar çünkü bir
iskelet, kalkan parçası ve su küpü buluyorlar. Bunun haricinde tahta bir sandık
içinde mürekkep vs buluyorlar. Eee cevher nerede? Bir sonraki paragrafta.
(gülüşmeler)
Cevheri uzun uğraşlar sonucu (3 saat arıyorlar) parlak gümüş
bir kutunun içinde buluyorlar. Burası çok komik. Cevher dedikleri şey bir
kitapmış. Hayır tamam bir kitabın cevher olamayacağını söylemiyorum ama bu
kadar uzun uğraşlar sonucu o kadar dünyaya barış getirecek dedikleri şey bir
kitap olması komik. 284 sayfa kitap. Her bir sayfasında cevheri övmüş. Acayip
böyle. Sonra romanın sonunda uzun uğraşlar sonucu yüzyıllardır bir sandık
içinde kapalı kalmış ve hala sapasağlam bir kitap buluyorlar. Neyse bir şey
demiyorum.
Kitaba 10 üstünden 6 veriyorum. O da heyecanla okutturduğu
için. Sonu beni üzdü. Yoksa 8 verecektim.
Kitabı eğer merak ettiyseniz etrafınızdaki kitapçılarda
bulmanız zor. 2006’da basılmış ve tekrar basılmamış. İnternette kitap satan
sitelerde stoklarda var olduğunu söylüyorlar. Oralardan alabilirsiniz. Bana bu
kitabı göründüğü gibi olan gücünü milletten alan Said abi hediye etti. Ona da
selamlar buradan.
EmoticonEmoticon