Aleykümselam hoş geldiniz arkadaşlar ama bakıyorum eliniz
boş gelmişsiniz. Biz burada hayrına mı sohbet ediyoruz sizinle? Bu beyin boşuna
mı enerji harcıyor? Biliyorsunuz beyin sadece şeker tüketir ve şeker de
baklavada bulunur. Hatta baklavada bilinenin aksine direkt yenmez. Alt kısmı
üst damağa değecek şekilde yenir. Sebebini bilmiyorum ama geçen “buna
inanmayacakmışız meğerse hep yanlış yapıyormuşuz” başlıklı bir haberde okudum.
Neyse bu sefer bir şey demiyorum ama tekrarlanırsa sizi eşikten içeriye
almayabilirim.
Efendim biliyorsunuz insanlar büyük bir yanlışın içindeler
ve içerilerinde bulundukları yanlıştan çıkamıyorlar. Yanlışları onları adeta
bir bataklık çamuru gibi içine çekiyor. Bilirsiniz bataklığa düşenler
debelendikçe daha da dibe batarlar çünkü… bunu bilmiyorum internetten araştıralım.
Filmlerde de gördüğümüz gibi yanlışa/bataklığa düşen insanları kurtarmanın en
iyi yolu onlara bir ağaç dalı uzatıp kıyıya çekmektir. Bu kolay olmaz çünkü
yanlış/bataklık kişiyi çepeçevre sarmalamıştır. Buradan çıkmak ne tek başına ne
de dışarıdan bir kişinin yardımı ile kolay olmaz ama zor diye de yapılmayacak
diye bir şey yok. Bizim görevimiz yardıma ihtiyacı olan kişiye bir ağaç dalı
uzatıp onu içinde bulunduğu durumdan çekip kıyıya çıkarmaktır.
Devamını getiremedim ya la. İşte hep böyle oluyor her şey
güzel başlıyor ama hiç de güzel gitmiyor. Arkadaş ben bunu yaşamak zorunda
mıyım? Bütün hayatım çok güldük kesin başımıza bir şey gelecek sözünü canlı
canlı yaşamakla geçti ve geçmeye devam ediyor. Bir şeye başlarken ki heyecan
devamında yok oluyor. Başlarken yanımda duran insanlar devamında birer birer
yok oluyor. Bir benzetme yapayım. Babanın yanına gidersin dersin bana bisiklet
al. Alır. Öğret dersin. Öğretmek için bisikleti çıkarır düz bir sokağın başında
yanına alır seni. Oturursun bisikletin koltuğuna, o da bir eli koltuğun
arkasında bir eli omzunda bekler. “hadi pedal çevir” der sen de başlarda
zorlanarak çevirirsin “hadi hızlan” der sen daha da hızlanırsın biraz gidersin
birden bırakır seni ama sen tutuyor zannedersin sonra yokluğunu hissedersin
arkana bakarsın o arkada sana el sallıyor sonra düşersin. Bunun gibi bir şey. Başında
herkes yanında ama sonrasında kimse yanında olmaz sen de çuvallarsın.
Az önce verdiğim örneği ben kendi hayatımda yaşamadım çünkü
bana bisiklet sürmeyi kuzenim öğretti. Pardon kuzen değil dayıoğlu. Kuzen diyen
insan vizyonsuzdur arkadaşlar dikkat edelim. Babam da bisiklet isteyince aldı
nereden öğrendin diye sormadı. Gerçi ilk bisikletim de ortaokulda oldu ya orası
da ayrı hikâye. Şuanda arkamda duruyor. Evin içinde duruyor benim bisiklet
çünkü bilmiyorum. İşte o bisiklet olayını yaşamadığım için o birilerinin seni
destekleyip sonra satması olayı bütün hayatıma yayıldı diye düşünüyorum. Teorim
bu şekilde.
Başkaları ile bunu konuşmadığım için bana özel mi yoksa
herkes bu olayı yaşıyor mu bilmiyorum. Başkaları ile konuşmalıyım. Birileri ile
konuşmalıyım ama kim o biri’leri onu bilmiyorum. Önümüze gelen her biri ile
konuşacak olsaydık ohooo. Konuşmak için adam seçiyorum ben hatta bu yüzden çok
arkadaşım da yok. Bu konuyu sonra derinlemesine işleyelim. Kalabalıklar içindeki
yalnızlık. (hocam abartmadın mı?)
Kahve içip geldim arkadaşlar. Havaalanı metrosuna binince Aksaray
durağında indiğin zaman orada kahve dünyası büfesi var. Geçen hafta oradan 3
paket çok kahrolmuş kahve aldım. Şimdi bazılarınız “ehehe yanlış yazdı”
diyebilir. Onları sineye çekiyorum. Ben bunları çok kavrulmuş oldukları için
değil çok kahrolmuş oldukları için aldım. Neye kahrolduklarını bilmiyorum ama
derdi olan her şey daha değerlidir daha güzeldir.
Ünlü düşünür Nihat Doğan ne demişti? “Benim ülkemin koyunu
bile bir başka bakıyor yav!” hepiniz güldünüz geçtiniz ancak bu adam doğru
söylüyor. Bizim ülkenin koyunu harbi bir başka bakıyor. Neden? Çünkü artık
derdimiz taşa, toprağa, suya, toplu taşımada tuttuğumuz tutamaça, bahçe
kapısına, her gün çıkıp indiğimiz merdivenlere, okuduğumuz kitaba, sürekli
elimizde olan telefonumuza, her gün karşılaştığımız güzel gülen kıza attığımız
bakışlarımıza, kalemimize, çantamıza, üstümüzdeki kıyafetimize, havaya, çimene,
dolayısıyla koyuna da işlemiş. Herhalde dertli koyun İsviçre’deki mutlu huzurlu
koyundan daha başka bakacak. Bu ülkede hayattan hiçbir beklentisi olmayan
koyunun bile bir derdi var. Düşünün artık hayattan beklentisi olan biz nasıl
bakışlar atıyoruz?
Bu ülke demişken biliyorsunuz Cemil Meriç’in bu isimde bir
kitabı var. Baya da kalın bir kitap. Fırsat olmadı da okuyamadık. Okusaydım bu
paragrafta kitaptan bahsedebilirdim hatta konuya uygun bir alıntı daha yapabilirdim
ama yapamadım işte. İsteyen hediye edebilir. Kitap okumayınca böyle bir yanın eksik
kalıyor, lafına laf ekleyemiyorsun. Kitap okuyalım arkadaşlar. Kitap önemli bir
şey tabi kitap derken kişisel gelişim kitaplarını ve o yılın en popüler en çok
satılan kitaplarından bahsetmiyorum. Onlar genellikle kâğıt israfı oluyor. İstisnalar
kaideyi bozmaz arkadaşlar.
Bu seriyi bu aralar çok yazdığımı düşünüyorum hatta öyle de
yaptım. Güya arada bir yazdığım şeyler olacaktı ama bloğun yarısı bunlardan
doldu. Ya da bana öyle geliyor bilmiyorum. Bu yazdığım yedinci durum
değerlendirmesi. Bunları yazmak benim hoşuma gidiyor çünkü o an aklıma geleni
yazıyorum ve konuşuyormuşum gibi oluyor. Haftalık birisiyle konuşma ihtiyacımı
buradan karşılıyorum. Çünkü o biri yok anladınız mı arkadaşlar. Siz o
oluyorsunuz. Neyse hayırlı geceler ya da ne zaman okuyacaksınız artık o zaman
hayırlı olsun. Seviliyorsunuz ♥
2 yorum
Biz durum değerlendirmelerini daha çok seviyoruz, elinize saglık
Allah seni çok sevsin abi.
EmoticonEmoticon